Türkiye ilk olarak Baransu'nun Taraf gazetesindeki haberiyle duyurduğu "AKP ve Gülen'le Mücadele Planı"yla bir kez daha çalkalanıyor.
Taraf gazetesinin aylar önceki (06.2009) haberinde, Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığını iddia ettiği belge ve ilgili iddialar, askeri yetkililer tarafından "hukuki süreçte belgenin orjinali ortaya çıkmadığı müddetçe belge sadece kağıt parçasıdır" açıklamasıyla karşılık bulmuştu. Ardından askeri savcılıkça açılan soruşturma ise kısa sürede delil yetersizliğinden sona ermişti. Bu süreçte kamuoyu ikiye bölünmüş; kimi olayı bir cunta girişiminin belgelenmesi kimi de henüz kanıtlanamamış bir işgüzarlık olarak nitelendirmişti.
Tartışmalar unutulmaya yüz tutmuşken dün gelen bir haberle olay yeniden alevlendi. Zira belgenin orjinali (altında ıslak imza ile) kimliği belirsiz biri tarafından bundan 12 gün önce postaya verilmiş ve savcıların eline ulaşmış durumda. Dursun Çiçek'in avukatı ise "Islak imza da taklit edilebilir" diyor. Bunların yanında belgenin derhal basına sızması ise benzer davalarda yaşanan skandallardan birini daha doğurdu, hem savcılık makamı hem de TSK bu durumda yakındı.
Bu yeni ihbarda ise EK-B (Bilgi Destek Çalışması) adlı bir bölümün daha bulunduğu söyleniyor. Bu belgenin muhteviyatı kadar "Genelkurmay Başkanı'nın emriyle" hazırlandığı ibaresi de ses getirdi. Dönemin Genelkurmay Başkanı ise Yaşar Büyükanıt. Hem ilk rapor hem de EK-B yazılı ve görsel medyada döndüğü için içeriğini tekrarlamam gereksiz. Ancak iç siyasete bomba gibi düşen bu olayın ardından sivil savcılığın, Taraf'ın ilk haberinden sonra belgeleri imha ettiği iddia edilen 5 ya da 6 eri çağırmasına rağmen bir gelişme yaşanmaması sonucu Genelkurmay'a ihbarlı davet gönderdiği söyleniyor. Genelkurmay ise bugün yaptığı açıklamada belgenin basına yansımasından duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, hukuki sürecin işlemesi gerektiğini ve hukukun üstünlüğüne saygı duyduklarını dile getirdi. Genelkurmay'ın belgenin ilk ortaya atıldığı dönemde yaptığı açıklamayı web sitesinden kaldırdığına dair haberler ise "Zaten yazı hiç konmamıştı" diye yanıtlandı. AKP cephesi ise Arınç, Kılıç ve Erdoğan'ın kah temkinli kah sert açıklamalarıyla durumu yorumladı. Arınç "kağıt parçası" sözüne atıfta bulunarak, şüphelilerin açığa alınması gerektiğini söylerken Kılıç "Sorumlular hesap vermelidir" dedi. Başbakan Erdoğan iddiaların Türkiye'nin taşıyabileceğinden daha vahim olduğunu söylerken muhalefet genel olarak belge haberinin zamanlamasını manidar olarak nitelendirdi. Bugün itibariyle askeri savcılık bu gelişmeler ışığında ivedilikle yeni bir soruşturma başlatmış durumda.
****
Öncelikle demokratik bir hukuk devletinde darbe veya girişimlerine kesinlikle destek çıkılamayacağını, hoş görülemeyeceğini düşündüğümü kenara not edeyim ki bu görüşümün dış sınırını çizsin. Ancak kesin olarak inandığım bir şey daha var ki, o da Türkiye'de yakın gelecekte bir darbe olmayacağıdır. Türkiye, dünya ile ziyadesiyle entegre, demokrasisini akranlarına göre iyi kötü olgunlaştırmaya başlamış ve dahası darbelerle çözüme gidemediğini fark etmiş bir ülke. Ayrıca günümüz fizikî şartları (medya, iletişim, küreselleşme, enerji yolları, ekonomi vs.) da iki üç albayın biraraya gelerek yüksek rütbeleri de bypass ederek yönetime el koyabilmesini imkansız kılıyor. Askerin en üst düzeyinin darbeyle işi olmadığı da defalarca söylenmiş ve zaten aşikar olan bir gerçek.
Peki o zaman neden böyle oluyor?
Türkiye Cumhuriyeti'ndeki ordu algısı elbetteki İsveç veya Polonya'dakinden farklıdır. Ordu ülkemizde, doğru ya da yanlış, milletin doğal bir parçası gibi görülür ve ilk meclisin kurulması da askeri başarılan doğrudan sonucudur. Birçok yöneticimiz de asker kökenlidir. Bunların üzerine Türkiye'nin canını iki kez yakan darbeleri de eklemeyi unutmamak lazım. Dolayısıyla coğrafyamız için ütopik bir katılıkta eleştiri yapacak değilim. Toplum iradesine saygı sadece oy sayısına değil toplumsal eğilimlere saygıyı da gerektirebilir. Bu da asker-iktidar karşılaşmalarını daha da hassas hale getiriyor.
İlk rapor malum, AKP ve Gülen Cemaati'ni irtica odağı olarak gören ve bu tehditi ortadan kaldırmak için ideal sistemin dışına çıkarak çalışmalar yapmayı öneren bir çalışma. İddialara konu olan ikinci belge de ise islamcı hareketlere karşılık verilmesi planına ek olarak DTP ile de mücadele edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Muhtemelen dünyadaki tüm silahlı kuvvetler az ya da çok, hafif ya da yoğun, belirledikleri iç ve dış tehditleri takip eder, bunların ortadan kalkması için raporlar hazırlar. Türkiye'de ise TSK tarafından iç tehdit olarak görülen (özellikle Gülen Cemaati) hususlarda bu tip raporlar hazırlanmamasını beklemek zaten saflık olur. Bu ister üst düzey emirle gerçekleşsin isterse işgüzar birilerinin tavsiye denemeleri olsun, eğer varlığı kanıtlanırsa çok da şaşılmayacak bir şey. Bu raporlarda önerilenlerin de Siyasi Partiler Kanunu'na yahut Anayasa veya demokrasiye uygunluğunu beklemek de mümkün değil haliyle. İktidar partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından irticaî faaliyetlerin odağı olarak nitelendirilmiş ve cezalandırılmış olması da raporu gerçek olduğu ortaya çıksa dahi savunacaklara, "Bu tespit daha önce yargı tarafından zaten yapılmıştı" bile dedirtecektir.
Peki bu yaşananlar normal mi? Elbette değil, elbette böyle bir demokrasi sağlıklı yürüyemez. Varsayımsal bir ülkede benzer bir durumda siyasi iktidar erki, kendine bağlı olan kurumların tüm sorumlularını derhal azleder, askeri yargıda tespit ettiği olası bir ihmalin de sonuna kadar üzerine gitmenin yanı sıra sistemi de tartışmaya açar ve tüm siyasi iradeler birleşerek bir temizlik yapar.
Öyleyse bizde neden böyle olmuyor, tek sebep darbe korkusu mu?
Yazının başında ülkede darbe ihtimalinin var olmadığına inandığımı söylemiştim, dolayısıyla darbe korkusunun bu sorunları çözmedeki engel olduğuna inanmıyorum. Elbette Türkiye'de egemenliğin paylaşımı hususunda çekişme ve çatışmalar olabilir, ama dünya eski dünya, Türkiye de eski Türkiye değil.
Bence Türkiye'de bu tip sorunların çözülmemesinin sebebi ameliyatta kullanılacak temiz neşter bulunmamasıdır. Askeri yargının manipule edildiğinin iddia edildiği bir ülkede yerine koyabileceğiniz tek başlı yargı sisteminde, sivil yargı bırakın konunun uzmanlarını, halkın gözünde dahi güvenilirliğini yitirme noktasına gelmiş ve iktidar yanlısı olarak görülüyorsa, o neşter o kesiği yapamaz. Hazırlanan raporlarda yer alan çözüm önerilerinin çıkış noktalarındaki tespitler halihazırda yargılamalarla tasdik edilmişse, iktidar geçmişte yaptıkları ve konu olduğu davalarla bu yeni davaları göğüsleyemez ve herkes bir anda çiğ yemiş karnı ağrımış aktörlere dönüşür, kimse parmağını dahi kıpırdatamaz. Örneğin Anayasa Mahkemesi kararıyla ceza almış bir iktidar partisi sonuna kadar iyi niyetli dahi olsa bu ameliyatı yapamaz, çünkü eski günahlar derhal gizli ajandalar, saklı gündemler gibi dedikoduları doğurur. Aynı zamanda askeri ısrarla siyasete durmadan müdahale etmek isteyen, herkesin hemfikir olduğu tek parça bir yapı olarak göstermek de başlı başına sıkıntı yaratır. Ortam hijyenik bu ameliyat da herkesin bildiği gibi kangrenler doğurur, tedavi ertelenir.
Nihayetinde, Türkiye elbette sivil yargı-askeri yargı ikilisini tartışacaktır ancak çözümü iki yargıdan birinin bağımsız olduğuna inanç güçlendiği zaman bulacaktır. Türkiye elbette ordu-siyaset ilişkisini makul bir çizgiye çekecektir ancak bunu ancak gizli gündemleri sorgulanmayacak akımlar yapabilecektir.
Her zaman türban sorununun gerçekten özgürlükçülüğü her alanda samimiyetle savunan sol eğilimli politikalar, Kürt sorununun ise hem bölünmeyi engelleyecek hem de samimiyetle yanlışlarla yüzleşebilecek sağ eğilimli partiler tarafından çözümler yaratıldığında sona ereceğine inanan biri olarak bu ortaya çıkan belgelerin yarattığı rahatsızlığın ancak tedavi sürecinde yeni bir rahatsızlık yaşatmayacak doktorlar tarafından yapılabileceğine, aksi halde bu durumun değişmeden süreceğine inanıyorum.
27 Ekim 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
belgenin sahteliği ya da gerçekliğinden önce hangi amaçla bu kadar zaman beklendiği merak konusu benim için. bununla birlikte mükemmel bir gündem değiştirme manevrası olarak da yorumlamak mümkün gibi. neticede, demokratik açılımın ilk büyük bocalaması yaşandı bir süre önce. velhasıl pisliği başka bir pislikle kapatmak adet olmuş ne yazık.
bunu bugün biz de tartıştık. açıkçası bence zamanlamadan ziyade "basına alttan belge servisi" daha acıklı. zamanlamada eski olaylardaki kadar art niyet aramamak için iki sebebim var. birincisi belgenin 12 gündür elde olması. dolayısıyla gündemin iktidarın daha da çok zorlandığı habur günlerinde değiştirilmesi daha zekice olurdu. ikincisi ise türkiye'de boş gün ben görmedim, yani hangi gün bu olay ortaya çıkarsa çıksın illa ki bir mevcut gündemi değiştirmiş olacak çünkü gündem her gün yenileniyor.
özelinde ise zamanlama ve servisten sıyrılıp olayın vahametini de es geçmemek lazım.
Benim naçizane fikrim odur ki, bu belgenin malum basında fazla işlenmesi hayırlı olmaz. Hele hele Açılım sürecinin içnide odluğumuz bu dönemde. çünkü silivride yargılananlar için kullandıkları "darbeye zemin hazırlamak" eylemini gerçekleştirebilirler. Habur'da yaşananlar ile hükümetin büyük bir kredisini bitirdiğini söylemek mümkün, birileri her ne kadar bu belge akp'yi ve bir cemaati sistematik bir şekilde bitirmeyi içersede, haburda yaşananları ve belgeyi aynı çerçevede birleştirip halk kitleleri arasında malum bir darbenin haklılığını artırabilirler. sokaktaki adam diyalogları
-abi gördün mü darbeyle akp'yi indereceklermiş.
-vay mk. bu askere güven olmaz
'dan
-abi gördün mü darbeyle akp'yi indireceklermiş.
-indirsinler abi, baksana teröristler elelrini kolarını sallaya sallaya dolaşıyor bu hüküemt yüzünden
'e dönebilir. bu da ileride götümüze girebilir.
Yorum Gönder